Ana içeriğe atla

Kayıtlar

önceleri yamalıklı şalvar giymekten utanılmazdı

NE İDİK NE OLDUK? Bu fotoğraf büyük bir ihtimalle 1930, ya da 40’lı yıllarda çekilmiştir. Bu resmi görünce çok duygulandım… Babalarımızın analarımızın yaşadıkları, bizzat şahit olduğumuz çocukluk yıllarım geldi aklıma. Yokluğun yoksulluğun hayatın bir parçası olduğu, üst başın eskimeden yenisinin alınmadığı, yırtılınca yamalandığı, ceketlerin, gömlek ve yeleklerin kol ve yaklarının iç dış yapılarak yenilendiği, çarpanaya dönen ayakkabıların tamir edilip giyildiği, eşyaların kullanılmaz hale gelmeden yenisinin yerine konmadığı günler bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Bu fotoğraf dünün yoksul ama gönlü bol, dertleri çok ama kendileriyle barışık, yoklar içinde mutlu, onca mesele içinde huzurlu, başkası olmadan kendileri kalabilmiş, , şükretmesini bilen, birbirine benzer hayatı paylaşan kanaatkâr insanların temsilcisi olarak duruyor karşımızda. Dünyaları küçük umutları kocaman, kazançları az, yürekleri geniş gururlu insanlardı onlar. Bu fotoğraf bir zamanlar; “BİZ "dediği

neden cin deresi diyorlar

  CİN DERESİ VE SÖYLENCELERİ Gaziantep'te Cin Deresi denilen yer, Dülük Dağından başlayıp, bugünkü asri mezarlığının kuzey ucuna kadar uzanan vadinin adıdır. Dini kaynaklar ve efsaneler Cinlerin ateşten yaratıldığını söyler. Allah'a isyan eden Cinler, Allah tarafından cezalandırılır, görünmez kılınırlar. Rivayet odur ki "CİN “adının Hz. Âdem’in yaratılışından binlerce yıl öncesine dayanır. Cin deresi denilen mevki, çakmak taşlarının bolca bulunduğu bir alandır. Cinler bu vadide çakmak taşlarının sürtünmesiyle çıkan çıngı neticesindeki yükselen ateşi görünce, buraya yerleşemeye burasını yurt edinip, bir devlet kurmaya karar vermişler. Yine bir rivayete göre ise Arabistan yarımadası büyük bir denizdir. Cinler Hz. Süleyman'a kafa tutarlar, Hz. Süleyman cinleri yener onları ağzı mühürlü küplere hapsederek denize atar. Denize atılan cinlerin hapsedildiği sepetlerden birkaçı tufanla birlikte sürüklenerek bir zamanlar deniz olan ama sonraları suları çekilen yöremize, cin dere

antep dilinde bel yaaglık nedir

  AL YAĞLIK YEŞİL YAĞLIK Yağlık, Antep ağzında “yaalık”; bezden yapılmış eni boyu elli altmış , santim kadar olan genişçe, büyükçe bir mendil,” çevre” dir. Yağlık Anadolu’nun pek çok yöresinde kullanıldığı gibi, Gaziantep’te de özellikle dünün erkeklerinin giyim kuşamlarının ayrılmaz bir parçası, sorunların çözüm ortağı gibiydi. Yağlık, düz kumaştan olduğu gibi; sırmalı, altın gümüş işlemelileri de vardı. Günlük hayatta kullanılanları genellikle düz desenli olur, pek çok rengi olsa da sarı ve kemik rengi olanlar tercih edilirdi. Yağlık bükülüp belde kuşak olarak sarıldığı gibi, başta örtü, omuzca üçgen yapılıp şal gibi omuza da taşınabilirdi. Yağlığın günlük hayatta işlevi oldukça çoktu. Mesela yağlık yerine göre terleyince terinizi sildiğiniz mendiliniz, güneşte başını örten güneşlik, soğukta kaşkol olabilirdi. Bununla da kalmaz abdest alınca kurulanmak için peşkiriniz, yağmur yağdığında ıslanmamak için şemsiye, toz toprak olunca ağzınızı, burnunuzu kapatan maske, başı öreten sarık, s

nerde eski bayramlar

  BAYRAMLAR RUHUNU YİTİRDİ SANKİ. Bugün bayram. İçinde bulunduğum çevreye, sokaklara bakıyorum da bizim yaşadığım bayramlar böyle değildi ki! Bizim bildiğim ve yaşadığım bayramlar; neşe, heyecan, merak, şefkat, merhamet, yakınlaşmak, bağışlamak, paylaşmak, barışmak, eğlence, hareket, kalabalık, mutluluk demekti. Bizim bildiğim bayramlar eş dost ziyaret etmek, el öpmek, çocuklara harçlık vermek, gelen misafire günler öncesinden hazırlanan zerdelerden, sütlaçlardan, tatlılardan, kahkelerden, kurabiyelerden ikram etmekti. Bizim hatırladığım bayramlarda evler limon, yasemin kolonyası kokardı. Bizim bayramlarımızda çocuklar günler öncesinden kendilerine alınan bayramlıkları ile yatar uyur, rüyalarında bayramı yaşarlardı. Bizim hatırladığımız bayramlarda ailecek; küçükten büyüğe el öpmek, sarılmak, kucaklaşmak vardı. Bizim hatırladığımız bayramlarda şehrin sokaklarında çocukların çatapat, mantar tabancası attıkları, bayram harçlıklarına envayi çeşit yiyecekleri aldığı zamanlardı. Bizim hatır

PATATA SATICISI HER YERDE SEVDİGİNİ ARIYORDU

 GAZİANTEP DENİLİNCE AKLA İLLAKİ Bİ DEGİŞİKLİK GELİYOR  Gaziantepli patates satıcısının 2021 yılında objektiflere yansıyan yazısı, sosyal medyada yeniden gündem oldu.   Ümit Yaşar Oğuzcan, Edip Cansever, Özdemir Asaf ve Cemal Süreya'ya taş çıkartacak cinsten kelimeleri kamyon arkasına yazan satıcı, dillere destan aşkı nedeniyle çok konuşuldu. "PATATES SATMAK BAHANEMDİ" Patates satıcısı tarafından kamyon arkasına yazılan yazıda şu ifadeler yer aldı: "Patates satmak bahanemdi. Seni bulmak için bu şehri sokak sokak geziyorum." Uzun süredir sosyal medyada dolaşan fotoğraftaki satıcının aradığı aşkı bulup bulmadığı ise henüz cevaplanmayan sorular arasında. İşte çok konuşulan o fotoğraf:

facebook da torununu sattı

  Hindistan’ın Pencap bölgesinde çocuk ticareti yapan bir hemşirenin önerdiği 45 bin rupiyi (1500 TL) kabul eden Firuz adlı bir büyükbaba, torununu Facebook üzerinden sattı.                   Nura isimli kızına doğumun hemen ardından “bebeğin hasta olduğunu” söyleyen büyükbaba, çocuk ticareti yapan Sunita ve Gurpreth Singh isimli iki hastane görevlisine çocuğu teslim etti. Hastane görevlileri de bebeği 350 bin rupi (11 bin 750 TL) bir aracıya sattı. Bebeğin satış amacıyla Facebook’ta yayınlanan fotoğraflarını gören Delhili bir iş adamı ise aracıya 800 bin rupi (27 bin TL) ödeyerek, çocuğu satın aldı. Nura bebeğinin sözde ölümünün ardından babasının bir anda zenginleşmesinden şüphelenince polise gitti ve yaşananları anlattı. Sağlıklı durumda bulunan bebek, satıldığı kişilerden alınarak anneye teslim edildi. Büyükbaba Firuz polis sorgusunda Şubat ayında doğumdan sadece iki ay önce kocası tarafından terk edilen kızını yeniden evlendirmek istediğini ve bu nedenle

Sosyal medya çıkalı beri, cami tuvaletleri dahil, umumi tuvaletlerdeki duvar ve kapı arkası yazılarında belirgin bir azalma var.

Sosyal medya çıkalı beri, cami tuvaletleri dahil, umumi tuvaletlerdeki duvar ve kapı arkası yazılarında belirgin bir azalma var. Geçenlerde fikirlerine değer verdiğim bir dostum bana aynen böyle dedi. Bilmem farkında mısınız? Sosyal medya çıkalı beri, cami tuvaletleri dahil, umumi tuvaletlerdeki duvar ve kapı arkası yazılarında belirgin bir azalma var. Bu doğrudan sosyal medya ile ne kadar bağlantılı, doğrusu bilmiyorum. Tuvalet yazıları artık bitti de demiyorum. Ama galiba sosyal medya ile beraber, o yazıları oraya yazdıran baskı ortamını yırtan bir yeni dinamik hayatımıza girdi. Konuşmak, baskılardan bunaldığını dile getirmek isteyenler bir yeni mecra buldu. Türkiye hem Facebook hem de Twitter’da ilk onun içinde yer alıyor. Biz bu mecraları en çok kullananlar arasındayız. Bunun olası sonuçlarını şimdiden düşünmeye başlamakta fayda var. Teknolojik değişim, günümüzün en büyük demokratikleştirici gücü. Hepimizi büyük bir hızla eşitliyor. Bugün size “Teknolojik değişim hayatlarımızı